Doğu Avrupa'daki birçok ülke, bir nüfus krizi olarak isimlendirilen durumla karşı karşıya. Yüksek vasıflı, üreme çağındaki insanlar, ülkelerinden başka yerlere daha iyi fırsatlar aramak için gidiyorlar. Kalanlar arasında ise doğum oranları kadın başına iki çocuğun altında; hatta bazı ülkelerde, bire yakın.
Bu eğilimler politikacılar ve halk arasında endişeye yol açtı. Göçmenliğin ve düşük doğum oranlarının daha küçük, yaşlı ve daha zayıf uluslara yol açmasından korktular.
Bunlar haklı endişeler mi? Bir dereceye kadar, evet. Hızlı nüfus düşüşü ve yaşlanma, özellikle ülkeler ekonomik veya ideolojik nedenlerle demografik kayıpları telafi etmek için göçmenleri çekemiyorsa, ciddi zorluklar doğurabilir. Bu gibi durumlarda, düşük nüfus sayıları, seyrek nüfuslu bölgelerde ekonomi, sosyal sistemler ve altyapı üzerinde baskı yaratabilir.
Bununla birlikte, bu demografik değişikliklerin sebep olduğu huzursuzluğun büyük kısmı eski moda ulus ve güç kavramlarına dayanıyor. Bu yılki Dünya Nüfus Günü'nde, günümüz toplumlarında önemli olanın nüfus büyüklüğü olmadığını vurgulamak önemlidir. Önemli olan; bir nüfusun insan sermayesidir - eğitim ve sağlık, verimlilik ve yenilikçilik potansiyeli açısından. Almanya veya Japonya gibi ülkeler, onlarca yıldır çok düşük doğum oranlarına sahip olmalarına rağmen gelişmeye devam etmişlerdir. İsviçre veya Norveç gibi küçük ülkeler sürekli kendilerinden büyük başarılara imza atmışlardır.
Bunun bize gösterdiği şey, bölgelerde gördüğümüz sayılara ve özellikle doğum oranlarına olan saplantının verimsiz olduğudur. Çoğu bilim insanı, ideal bir doğurganlık oranının olmadığı ve doğum oranlarını yükseltmenin her durumda kolay bir çözüm olmadığı konusunda hemfikirdir.
Araştırmalar, ebeveynlerin daha fazla çocuğa sahip olmaları için ebeveynlere bir tür maddi teşvik sağlayan geleneksel programların yalnızca geçici bir etkisi olduğunu göstermektedir. İnsanlar, temelde doğum oranını artırma amacıyla yapılan bu teşviklerden faydalanıp para kazanmayı düşünerek, aslında planladıklarından daha erken bebek sahibi olmayı seçebilirler. Fakat sonuçta yine de daha büyük bir aileleri olmayacak, ve bu nedenle uzun vadeli doğum oranları da büyük ölçüde değişmeden kalacak. Bu şaşırtıcı değil: çünkü en cömert finansal teşvikler bile çocuk yetiştirmenin toplam maliyetinin yalnızca küçük bir kısmını kapsayacaktır.
Ayrıca, daha kapsamlı herhangi bir değişiklik olmadığı sürece potansiyel kazanımlar, yalnızca halihazırda iyi bir iş bulamadıkları veya ülkelerinde uzun vadeli bir gelecek göremedikleri için başka yerlere taşınan, ve devletin onlara sağladığı eğitimi de gittikleri yere götüren daha fazla genç anlamına gelecektir.
Doğu Avrupa ülkeleri için daha umut vaat eden bir çözüm, aslında sıklıkla gözden kaçırılan bir gerçeğe dayanmaktadır: bu bölgedeki çoğu insan aslında iki veya daha fazla çocuk istemektedir. Bireylerin üreme arzularının farkına varamayışlarının altında yatan sebep, aslında bölgenin nüfus krizine çözüm bulmak için de anahtar niteliğindedir.
Gençlerin, ülkelerinin geleceği ve kendi iş olanaklarından emin olamadıkları yerlerde, özellikle bölgedeki zayıf sosyal güvenlik ağları göz önüne alındığında, çocuk sahibi olmak maddi olarak bir risktir. Ve yüksek oranda genç işsizliği, düşük maaşlar - özellikle kadınlar için - ve daha istikrarsız iş düzenlemelerine yönelik eğilimler de bu konuda faydalı olmuyor.
Bir diğer önemli faktör, halen çocuklara ve haneye bakmaları beklenen çalışan kadınlara sağlanması gereken desteğin eksikliğidir. Üç yaşın altındaki çocuklar için devlet tarafından sağlanan çocuk bakımı; Doğu Avrupa’da oldukça yetersizdir ve çalışma düzenlemeleri de oldukça katıdır. Dolayısıyla çoğu kadın çocuk ve kariyer arasında seçim yapmak zorunda kalır.
Buradan çıkarılması gereken şudur; hangi hükümet, doğum oranlarını insanların doğurganlık arzusu seviyelerine yaklaştırmakta başarılı olmak - ve göçe alternatifler sağlamak - istiyorsa gençlerin geleceklerini planlamak ve bir aile kurmak konusunda kendilerine güvenebildikleri bir ortam yaratmalıdır.
Bu, iyi yönetim konusunda ilerleme kaydetmeyi, ekonomileri daha rekabetçi hale getirmeyi ve bireysel becerileri işgücü piyasası talepleriyle eşleştirebilmeyi gerektirir. Ayrıca ailelerin, kadınların, erkeklerin ve çocukların ihtiyaçlarına karşılık gelecek bir dizi politikayı eyleme koymalarını gerektirir.
Bu tür bir politika paketinin parçası olması gerekenler konusunda kapsamlı bir fikir birliği var:
- Küçük yaşlardan itibaren kaliteli ve uygun fiyatlı çocuk bakımı,
- her iki ebeveyne yönelik esnek ve cömert ücretli ebeveyn izni (erkeklerin de hak ettiklerini almalarına yönelik teşvikle),
- esnek iş düzenlemeleri, kadınlar için eşit ücret sağlanması,
- kadınları ve erkekleri bakım ve ev işlerini eşit olarak paylaşmaya teşvik eden programlar,
- uygun fiyatlı konut ve düşük gelirli aileler için finansal destektir.
İsveç gibi ülkeler, bu politik değişikliklerin daha yüksek doğum oranlarını sürdürmede işe yarayabileceğini kanıtlamaktadırlar. Örneğin Estonya, ebeveyn izni politikalarının radikal olarak yeniden tasarlanmasında daha da ileriye giderek erken çocukluk eğitimini önemli ölçüde genişletti. Doğu Avrupa'daki birkaç ülke de UNFPA, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve ortaklarının desteğiyle bu yolculuğa başladı.
Bu pek kolay olmayacak. Kıt kaynakların aile politikalarına kaydırılması ve geleneksel sosyal normlar, klişeler ve toplumsal cinsiyet rolleri konusunda gereken acil değişim, muhtemelen direnişle karşılaşacaktır. Bu zorlukları aşmak, güçlü bir siyasi liderlik ve değişime hazırlıklı olmayı gerektirecektir.
Ancak, bu değişimin potansiyel faydaları çok büyüktür ve artacak doğum oranlarının çok daha ötesinde fayda sağlayacaktır. Çünkü genç insanlar geleceklerine güven duyduklarında ve kadınlar çocuk doğurmaktan vazgeçmeden toplumun tüm alanlarına tam olarak katılabildiklerinde, ülkelerin yalnızca sayılar bakımından değil, gelecek nesiller için fırsat, istikrar ve refah konularında da büyümeleri muhtemeldir.
Alanna Armitage, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Doğu Avrupa ve Orta Asya Bölge Ofisi Direktörü ve Tomas Sobotka, Avusturya Bilimler Akademisi Viyana Demografi Enstitüsü- Doğurganlık ve Aile Araştırma Grubu Koordinatörü