Bireyleri ve çiftleri destekleyerek istenilen aile büyüklüğüne nasıl ulaşılabilir?
Çevre faktörlerin böylesine yoğun etkisindeki kişisel bir meselenin önemli sonuçları üzerine…
Mariam A. Khan'ın kaleminden
Çocuk sahibi olmak ya da olmamak, ne zaman ve kaç çocuk yapacağına ve bunu kiminle yapacağına karar vermek bir bireyin ya da çiftin hayatındaki en önemli kararlardan biri.
Dünya yıllar boyunca insanların daha az çocuk sahibi olma isteği sorunuyla mücadele etti ve birçok ülkede üremeyi yönetme ve zamanlamaya dair gerekli araçlara erişimi kolaylaştırmak için başarılı çabalar sarf edildi, ve fakat bu çabaların büyük çoğunluğu kadın bedeni üzerine odaklandı.
Gelişmiş üreme sağlığı hizmetlerinin başarısı, ekonomik fırsatlar ve bedensel özerklik, insanlara ve çiftlere pek çok seçenek sundu ve zaman içinde insanlar genellikle daha az çocuk sahibi olmayı tercih etmeye başladı. Sonuç olarak, demografik veriler kadın başına düşen ortalama çocuk sayısında bir düşüş olduğunu gösterirken doğurganlıkta düşüş yaşayan bölge ve ülkelerden yeni bir söylem yükseldiğini görüyoruz. Bu söylemler, çok az çocuk doğduğuna dair bir endişeyi seslendiriyor ve yine kadınların bedenlerine; kadınların daha fazla çocuk sahibi olmaya nasıl ikna edileceğine; ve hatta bazı durumlarda üreme sağlığı bilgilerine, seçeneklerine ve hizmetlerine erişimi azaltarak, kadınların tercihlerinin nasıl sınırlandırılabileceğine odaklanıyor.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, UNFPA’in çalışmaları; kadın başına düşen ortalama çocuk sayısının arzu edilen aile büyüklüğünden yüksek veya düşük olduğuna bakmaksızın herkesin, çocuk sahibi olup olmayacağı, ne zaman ve kaç çocuk sahibi olacağı noktasında kendi özgür ve bilinçli kararlarını verebilmesi için gerekli haklara ve olanaklara odaklanıyor.
UNFPA, doğru bilgi ve kaliteli hizmetlere erişim sağlandığında, insanların büyük ölçüde kendileri ve toplumları için olumlu kararlar verecekleri anlayışıyla, kadınları ve çiftlerin gebelik sayısı, zamanlaması ve aralığına dair bilinçli ve özgür şekilde karar verebilmesi için hakları konusunda bilgilendirilmeleri için ülkelerle iş birliği içinde çalışıyor. UNFPA, bu nedenle aile büyüklüğü konusunda sayılara dayalı bir yaklaşımı değil, haklara ve tercihlere odaklı bir yaklaşımı savunuyor.
Kadınları ve çiftleri destekleme sorumluluğunu bulunanların odaklanması gereken 2 kritik nokta var:
i) Arzu edilen doğurganlığın farkında olmak. Diğer bir deyişle, aslında kaç çocuk istenirken kaç çocuk yapıldığını görmek.
ii) Arzu edilen ve gerçek aile büyüklüğü arasındaki uyuşmazlığın duygusal, sosyal, ekonomik ve zamanla ilgili nedenlerini sorgulamak ve anlamak.
Bunlar; gerekli hem ilgili sağlık, sosyal ve ekonomik politikaların hem de bebek ve çocuk bakımı, okul yatırımları gibi konuların uygun şekilde tasarlanmasına olanak tanır.
Yaklaşık 3,4 milyon mülteci ile birlikte 85 milyonluk bir nüfusa ev sahipliği yapan Türkiye, bu konuda ilginç bir örnek. Veriler bize, ortalama olarak bir Türk kadınının arzu ettiğinden daha az, mülteci bir kadının ise arzu ettiğinden daha fazla çocuk sahibi olduğunu gösteriyor.
Bu farkın nedenleri, ilgili politikaların ve yatırımların planlanmasında yol gösterici olmalı. Unutmamalıyız ki, ne Türk kadınları, ne mülteci kadınlar, homojen ve üzerinde genellemeler yapılabilecek topluluklar değil. Bu durum dünyadaki diğer bütün kadınlar için de geçerli tabii. Dolayısıyla, arzu edilen ve gerçekleşen aile büyüklüğü arasındaki farkın nedenleri iyi anlaşılmalı ki, sağlık hizmeti sağlayıcılar kadınlara/çiftlere doğurganlığı sınırlamak ya da artırmakla ilgili uygun sağlık temelli hizmetlerle destek olabilsin. İnsanların doğurganlık tercihlerini desteklemek için tasarlanan diğer tüm mekanizmalar ve müdahaleler, belirli grupların neden arzu ettikleri doğurganlık seviyesine ulaşamadıklarını anlamak için yüksek kaliteli, iyi analiz edilmiş verilere ihtiyaç duyuyor.
Kadınlara, erkeklere ve çiftlere arzuları ve korkuları dahil olmak üzere doğru soruları sormalıyız. Peki neden korkularını soruyoruz? Çünkü veriler giderek daha net şekilde, gençlerin iklim değişikliği, çatışmalar, afetler ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle geleceğe dair kötümser görüşlere sahip olduğunu ve bunların doğurganlıkla ilgili kararlarını etkilediğini ortaya koyuyor. Hem yüksek hem de düşük doğurganlık ortamlarında ilerlemenin yolu; ilgili verilerin etkili analizi ve bu analizlerin sağlık hizmetleri, gündüz bakımevleri ve okullar, yaşlı bakımı, konut, istihdam ve diğer sosyal yardım müdahalelerinin tasarlanması için kullanılması ile mümkün olabilir. Hakları ve seçimleri önceleyen bu yaklaşım; bireylerin ve çiftlerin, çocuklarının sayısı, zamanlaması ve aralıkları konusunda sorumlu ve özgür bir şekilde karar vermeye devam etmelerini ve çocukları olduğunda da, sosyal sistem tarafından desteklenen ebeveynler olarak her çocuğa potansiyelini gerçekleştirme fırsatı vermelerini sağlar.
UNFPA, 150'den fazla ülkede, Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı (ICPD) Eylem Planını hayata geçirmek için çalışmalarını sürdürüyor. Bu eylem planı, nüfus tartışmalarını, istatistiklerden ibaret olmaktan çıkarıp haklar ve seçimler eksenine taşıyor.
Bunları bilmiyor olabilirsiniz:
- Dünya genelinde tüm gebeliklerin neredeyse yüzde 50'si planlı gerçekleşmiyor. Bir kadın ne kadar yoksul ve eğitimsiz ise, doğurganlığını yönetme ihtimali de o kadar düşük oluyor.
- Doğumdan önceki bir hafta içinde hava sıcaklığının 1 derece yükselmesi, ölü doğum ya da düşük olasılığını yüzde 6 oranında artırıyor.
- 10-19 yaş aralığındaki adolesan anneler daha yüksek oranda eklampsi, gebelikle ilgili komplikasyonlar ve enfeksiyon riskiyle karşı karşıya. Bu annelerin bebeklerinde düşük doğum ağırlığı, erken doğum ve ağır yenidoğan hastalıkları riski de belirgin şekilde daha yüksek.
Daha fazlası için https://turkiye.unfpa.org adresini ziyaret edin.